top of page

HAYATA DOKUNMAK




Geçen yıllar hayattan hiçbir şey götürmüyordu. Asıl değişen insandı. Belki insanın ruhu da değişmiyordu. Fakat yüzündeki çizgilerde her yılın biraz daha acı verdiğini görmek kaçınılmazdı. Puslu cama yazdı adını. Songül. Altmış bir yıl sonra farkına varıyordu adının güzelliğinin. Hafif bir tebessüm oluştu yüzünde ve bir anda kayboldu.

Yine dalıp gitti, huzurevinin en sevdiği penceresinin önünde, çok uzaklara. Pencere sokağa bakıyordu. Dışarıda hayat vardı, insanlar vardı. Bir ara eli pencerenin koluna gitti titreyerek. Çevirip açtığı pencereden acı havayı koklamak hayatı yanına almak istedi. Sonra vazgeçti, Cesareti yoktu. Korkuyordu.

Geri gelmeyecek gençliğini ve eşini düşündü. Evlatları geldi aklına. Huzurevinin parasını ödemekten aciz dört evladı vardı. Yok sayıyordu onları,  ‘’vefasızlar’’ diye fısıldadı kendi kendine. Gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Bu yaşlarla onlara olan sevgisi tükenip gitti. Babaları vasiyetinde paranın yanında bir de annelerini bırakmıştı. Parayı alan anneyi unuttu. Eşinin ölümüyle kanadının biri kırılmıştı. Diğer kanadını da evlatları kırmayı başardılar.

Bütün gücünü topladı, cama ‘’Ahmet’’ yazdı. Ahmet, sevgili eşi, can dostu, her şeyi. Songül’ünü almadan ilk yolculuğuna çıkmıştı. Bir aksilik vardı galiba. On bir yıl olduğu halde hâlâ dönmemişti.

Ahmetsiz hayat nasıl geçerdi ki? Yaşamın anlamıydı, onunla her şey bambaşkaydı. Her şeyi onunla öğrenmişti. Aşkı da tattı onunla acıyı da. Hüznü de yaşadı, sevinci de. Doyasıya güldü, doyasıya ağladı. Sevgisi eksilmiş miydi yıllar sonra? Hayır. Her geçen gün daha çok büyümüştü. Zaten yüreğinde Ahmet’ten sonra bir hüznü büyüttü, bir de kocaman sevgisini. Yaşamı paylaşmışlardı, bir ömrü. Birlikte el ele ve yenik düşmeden hiçbir şeye. Üşüyordu elleri. Oda oldukça sıcaktı. Üşüyen yüreğiydi. Isınmak için bir avuç sevgi gerekiyordu.

Sokağın başındaki köşeden birgün çıkıp gelecek umuduyla hep bekledi, o gelmeyecek anı. Karanlık dünyasının aydınlanmaya ihtiyacı vardı artık. Yoksa kendini sonsuzluğa bırakacaktı. Acılara tutunacak gücü de yoktu. Oysa ne acılara katlanmışlardı birlikte. Hep geleceğe bakarak umutla yaşamı birleştirmişlerdi. Sonbaharı sevmiyordu. Çünkü Ahmet yolculuğuna sonbaharda çıkmıştı. Geri gelmeyeceğini bilse ellerini sımsıkı tutar bırakmazdı, gitmesin diye. Bir bütünün eş parçaları gibi iki ayrı bedende bir ruha sahiplerdi. Tek yürekti onlar. Gözlerinin buluştuğu yerde sözcükler yetersiz kalırdı. Sevginin ötesindeydiler. Zaten dünyada sevgiden daha güzel ne var ki? İnsanların, tam baş uçlarında olduğu halde fark edemedikleri sevgi, hayatın aynası, her şeyin başlangıç ve bitiş notası.

Tekrar eli cama gitti. İki kelime vardı aklında. Puslu cama yeniden dokundu elleri, hayata dokunur gibi yazdı. ‘’Seni seviyorum.’

 
 
 

コメント


bottom of page