top of page

Yavasinoykusu

Herkese Açık·6 üye

Sabitlenmiş Gönderi

seda aydın

Yükselen Yıldız

ŞİİRDEN GÜLLER

 ŞİİRDEN GÜLLER

Tarihimiz insandan bile önce başlamış bizim. Dedelerimin ataları Bulgaristan göçmeniymiş. Büyük büyük ninem Rosa Damascena, Isparta’ya yerleşince Gül adını almış. O günden sonra bizim türün adı ninemin ismi olan Gül olmuş. Isparta’ya gelen dedem ve ninem yerleşik düzene geçer geçmez geniş bir gül ailesi olmuşlar. Zamanla Isparta’ya sığamaz olmuş gül milleti. Her gül ailesi bir yere dağılmış. Burdur, Afyon, Denizli gibi çevre illeri yurt edinmişler. Babam Denizli’yi tercih etmiş. İşte benim doğum yerim o sebepten Denizli’dir.

Babama Fransa’dan parfümlerde kullanılmak üzere gül yağı olmak için teklif gelince bizi Denizli’de bırakıp gurbete gitmiş. Annem de bizi birer birer farklı bahçeleri güzelleştirelim diye dağıtmış. Benim hikâyem burada başlıyor. Şiirim mi demeliydim. Yani herkesin hayat hikâyesi olsa da benim hayat şiirim vardı. Bir aile hasretini çekerken iki katlı bir evin bahçesine dikildim. Bahçede gökkuşağının her rengi vardı. Beyaz güller, kırmızı güller, pembe güller ve ben sarı gül.  Hepimizin hikâyesi farklıdır. Mizaçlarımız farklıdır. Kimimiz dostluğa ve sadakate, kimimiz saf sevgi ve mutluluğa, kimimiz en çok aşka, kimimiz masumiyete ve saflığa önem verir. Bir araya geldiğimizde hangimiz daha önemli diye yarışır ve asla uzlaşamayız.  Bazen sohbetin sonunun kavgayla bittiği de olur. O vakit bir hikâye anlatır Ender Bey. Hepimiz hikâyeden üstümüze düşeni alıp köşemize çekiliriz. İki gün küser sonra yine barışır sonra yine kavga ederiz. Bu döngü bizi diri tutar, var eder. Hepimiz dünyaya ayrı pencereden baksak da bizi bu bahçede ortak noktada buluşturan tek şey var: Ender Bey. Ender Bey adıyla müsemma bir adamdır. Komşularına göre adı gibi ender bulunacak cinstendir. Kimselere benzemez. Dedikodu yapmaz, çok konuşmaz, sesini yükseltmez, açgözlü değildir, mal hırsı yoktur, kahveye gitmez. Sonbahar ve kış aylarında evinden zorunda olmadıkça çıkmaz. Yüzü hep bir parça bulutludur sanki her an yağmur yağacakmış gibi bir izlenim uyandırır. Bu yağmurlu hava kış boyu devam eder. Baharda gökkuşağı çıkar Ender Bey'in yüzünde. Bizim renklerimiz sanki ona yansır. Hepimizden bir parça vardır yüzünde.  Budama yaparken, sularken, bakım verirken hep bir şeyler mırıldanır. Bir duayı zikreder gibi dilinde nağmeler vardı. Nağmeli olduğu için gül diliyle anlamıyordum bu lisanı önceleri. Fakat zamanla çözdüm. Hatta biz her bahar bu nağmeleri duymazsak baharın geldiğini anlamazdık. Sanki bu nağmeleri duyunca bahar gelir, bahar gelince biz çiçek açar, çiçek açıp mis gibi kokardık. Kokuları duyanlar büyülenmiş gibi bahçenin önünde birikirlerdi. Sanki Ender Bey’i çok seviyormuş gibi sohbete gelen, bahçede kahve içmek isteyenler olurdu. Yüz bulamayıp gidenler çoktu. Ama bazıları bıkmadan usanmadan her gün uğrar, bahçede hiç kimseyi görmeseler bile dakikalarca bir şeyin gelmesini bekliyor gibi otururlardı. Mahallede tek gül bahçesi biz değildik. Diğer bahçelerde de güller vardı var olmasına da bu kadar talibi yoktu o güllerin. Kokuyu efsunlu yapan şey bizim sihirli olmamız değil şiirli olmamızdı. Musikişinastı Ender Bey. Mırıldandığı her sözde bir güzellik bir tılsım vardı. Sabah günaydını bu şiirdi:

“Gül alırlar gül satarlar

Gülden terazi tutarlar

Gülü gül ile tartarlar

Çarşı pazarı güldür gül”

Benim en sevdiklerimden biri bu şiirdi. Ezberlemiştik ezberlemesine fakat söz sözü söyleyenle güzeldi. Öyle güzel okurdu ki tüm güller içimizden alkışlardık Ender Bey’i.

Mahallede sela verildiğinde önce Fatiha okurdu gidenin ardından. Duasını eder sonra şiirini ölen kişiye ithaf ederdi:

“Bir gül, dalında durduğu müddetçe tazedir,

Bir gül, çelenge girdiği gün bir cenazedir.”

Yüzündeki hüzün artardı bu şiiri okuduğunda. Birden kış gelirdi bahçeye, buz keserdi her yer. Hayat donardı. Aklına biricik eşi gelirdi. Yıllar önce biz bu bahçede henüz açmamışken, bizden önceki güllerin zamanında rahmetli olmuştu eşi Nadire Hanım. Nadire Hanım’ın cenazesini gösterişli hale getirmek isteyen işgüzar akrabaları bahçeden kopardıkları tüm güllerden bir çelenk derlemişlerdi. Gülden anlamayan ve nasıl koparılacağını bilmeyen akrabalar bahçeyi tarumar etmişti. Kökünden sökmüşlerdi gülleri. Dikenler siper olsa da kurtaramamıştı güllerin bir tanesini bile. Akraba ellerinden akan kan aslında güllerin kanıydı kimse bilmiyordu. Bahçedeki yasın tarifi yoktu. Gül de yoktu, gülen de yoktu artık bahçede. Nadire Hanım’ın gittiği gün o mezarın yanına akrabalarını da gömdü Ender Bey. Gül değeri bilmeyen insan değerini de bilmez dedi ve o gecenin sabahı bizi dikti bahçesine. İşte yârin gittiği bahçede yar sevdasını yaşatan yarenler olduk biz güller. Şiirle suladı, şiirle büyüttü bizi Ender Bey. Bahçesindeki güllerin bir tekini bile vermeye kıyamazdı, gece gündüz nöbet tutar bize sahip çıkardı. Nadire Hanım’ın hatırası, güller ve şiirler o bahçede ayrılmaz bir bütündük. Bu bahçede doğmasam da ben bu bahçede var olmuş bu bahçede hayat bulmuştum. Biz artık bu bahçede şiirden güllerdik ve biz şiirle gülerdik…



26 görüntülenme

Hakkında

Gruba hoş geldiniz! Diğer üyelerle bağlantı kurabilir, günce...

Üye

bottom of page